9 Mart 2015 Pazartesi

sigara, balıklar ve peri kızı.

~Oğuz~

İçtiği sigara yüzünden alışık olmayan bünyesi sallanıyordu Beşiktaş iskelesine geldiğinde. Vapura binen insanlara baktı. Boş bakıyordu. Aslında baktığı insanların ruhlarıydı. Nasıl böyle mutlu olmayı başarabiliyorlardı? El ele giden sevgililer telaş içinde Üsküdar Vapuruna binmeye çalışıyordu.

Ellerini, 3 yıldır değiştirmeye kıyamayacak kadar sevdiği siyah kabanının cebine sokup sahil boyunca yürümeye başladı. Baştan aşağı siyah giyinmişti. Siyah onun koruma kalkanı gibiydi. Siyaha bürünürdü kalbi kırık olduğunda...Telefonunun kulaklığında Gun's and Roses - Don't Cry parçası çalıyordu. İstanbul'un buğulu havasına ve darmadağın benliğine ne kadar yakışmıştı bu şarkı. Yürümeye devam edip gece gündüz sürekli balık tutan insanların olduğu uca kadar geldi ve boş bulduğu bir bankın üstüne bağdaş kurarak oturdu. Onları sorguladı küçük bir an kafasında. Bu adamların hiç mi derdi, tasası ya da işi yoktu da sürekli burada garip olta düzenekleri ile balık avlıyorlardı. Kendisinin asla balık tutamayacağını düşünerek gülümsedi cebindeki marlboro light'tan bi dal daha çıkartırken. Sigarayı usulca dudaklarının arasına yerleştirdikten sonra ceplerini yoklayıp kibritini aramaya başladı. Neden çakmak değil de kibrit taşıdığını kendi kendine sorarken yine kendisi cevapladı, kibrit daha orjinaldi. İlk nefesi çekerken kulaklıklarını çıkardı. Denizin ve martıların sesini duymayı istiyordu ama ilk duyduğu ses, az önce sarmaş dolaş çiftlerin bindiği lanet vapurun borusunun sesiydi. Battığını düşündü vapurun. İçindeki yüzlerce çift ile boğazın derinliklerine gömülmelerini istedi. Ne kadar da bencil düşünüyordu. Kendisi mutlu değilse kimse mutlu olmasındı. Bu yaşına kadar kendini hep temiz tutmaya çalışmış ama özellikle en yakınları tarafından hep kirli olarak suçlanmış ve bir aşka layık görülmemişti... Sigarasından ikinci nefesi çekerken hemen önünde babası yaşlarındaki adam, zokanın ucunda çırpınan balıkları tek tek yanındaki su dolu kovaya koyuyordu. Balıkların çaresizliğini düşündü. Daha 2 dakika önce özgürce yaşayan bir canlının şuan ölmek üzere olduğu gerçeğine odaklanırken uyuşmuş bacaklarını altından çıkarıp banka oturması gereken şekilde oturdu ve kollarını iki yana açıp aslında çok da umrumda olmayan balıklara küfür ederek mırıldandı. Boynunu geriye atıp gözlerini kapattı. Bir süre öyle kaldı. Daha sonra karşı kıyıya sapladı bakışlarını sanki özellikle bir noktaya bakıyormuşçasına. Sigarasının bittiğini ağzına gelen acı sünger tadından anlayıp yere attığı izmariti botlarının ucuyla ezdi. Sigara içmeyi bilmiyordu. Sigaranın ağzında bıraktığı tadı da sevmiyordu ama bunu neden yaptığını da bilmiyordu. Tekrar kulaklıklarını taktı ve rastgele bir müzik açıp denizin üzerinde bi görünüp bi kaybolan siyah kuşları izledi. Canı sıkılıyordu. İçindeki duygu yoğunluğu taşıyabileceğinden fazlaydı. Aslında eskiden çok daha fazla yüklere katlanmak zorunda kalmıştı ama artık yorgundu ve yıpranmış haldeydi. Tekrar sigarasına sığındı. Sigara içen insanları şimdi anlıyordu. Her istediğinde yardıma koşan bir dost gibi olmalıydı sigara. Daha dakikalar önce cebine koyduğu kibriti söylene söylene ararken aslında onu yere düşürdüğünü farkedip eğildi ve iki parmağının ucuyla yakaladı kibrit kutusunu. Doğrulduğunda sağ tarafında bir karaltı vardı. İlk önce önemsemedi.  Çay satmaya çalışan çocuklardan biridir diye düşündü. Aslında çayı severdi ama bunların poşet çay olduğunu bildiği için almamıştı çocuklardan. Karaltı hala inatla orada duruyordu ama o da kendi muhteşem egosunun sayesinde kafasını çevirip o tarafa bakmıyordu. Karşısında balık tutan adamın sırayla ve ısrarla kendisine ve o karaltıya baktığını görünce dayanamayıp çevirdi kafasını ve göz göze geldiler. Tek avucunun içinde nasıl tuttuğunu anlamadığı iki karton bardağın üzerinde buharı tütüyordu. Kendisine bakan bu karaltının en az kendisi boylarında, belirgin elmacık kemikleri, yay gibi kaşları, makyajsız tertemiz sade bir yüzü ve omuzlarının üstünde tül gibi uçuşan ince kıvırcık ve kestane rengi saçları olan bir kız olduğunu anladığında çok şaşırmıştı. Saniyenin onda birlik süre zarfında beynini check ederek onu tanıyıp tanımadığını düşündü. Tanımıyordu. Genç kız boşta olan eliyle kulağının yanında garip bir hareket yapıyordu. O an acaba bi deliye mi çattım diye düşündü ama sonra kulaklıklarını çıkarmasını işaret ettiğini anladı ve az önceki düşüncesinden utandı. Telaşla kulaklıkları çıkarıp boynuna bıraktı ve sorar gözlerle genç kıza bakıyordu. Gözlerini iyice irileştirip "nihayet" diye söylendi dikildiği yerde genç kız ve oturabilir miyim diye sordu. Cevap vermeden yana doğru kaydığında, genç kız ışık hızıyla yerleşmişti bile banka. "Yaklaşık on dakikadır seni izliyorum, üşümüşsündür sana çay aldım" diyerek bardağı uzattı ve cebinden çıkardığı küp şekeri gösterdi. Konuşmadan kafasını sağa sola hayır anlamında salladığında, "sizi de hiç anlamıyorum dünyaya bir daha gelmeyeceğiz, neden kendinizi böyle aptal şeylerle kısıtlıyorsunuz?" diye sorarak kendi bardağına dört tane küp şeker atıp karıştırmaya başladı. Nereden geldiğini bilmediği bu yabancı kızın tavırları hoşuna gitmişti, gülümsedi. Sigara paketinin kapağını açıp genç kıza doğru uzattı ama genç kız,  "ben sigara kullanmıyorum, bence sen de kullanmamalısın çünkü içmeyi bilmiyorsun" diye kıkırdadı ve paketi elinden alıp çantasının yanına koydu. Bu kızın ne kadar zamandır kendisini izlediğini düşündü. Sigara konusunda acemi olduğunu anlayacak kadar detaylı izlemişti hem de kendisini. Rahatsız oldu bu düşünceden ve kafasını ve bakışlarını tekrar karşı kıyıya odakladı. "Sen dilsiz falan mısın neden konuşmuyorsun? " diye atıldı yine genç kız. Döndü, yüzüne baktı ve kızın gözlerinin aslında yeşil olduğunu gördü. Sıradan bir yeşil de değildi. Parlıyordu. Cevapladı, "Bir sevgilim vardı, aptal egolarım yüzünden onu kırıp paramparça ettim ve bana en çok ihtiyaç duyduğu anda onu terkettim. Benim yaptığım bunca şeye rağmen defalarca kapıma gelip aşkını ispatlamaya, bensiz yapamayacağını anlatmaya çalıştı ve ben tabiki egoist bi orospu çocuğu olduğum için onu dinlemedim. Sonra ne mi oldu ? Pişman oldum. Bir insana bu denli acı çektirdiğim için köpekler gibi ağladım. Yetti mi ? Tabiki hayır. Olur olmaz zamanlarda Onu arayıp kendimi hatırlattım, sanki beni çok hatırlamak istiyormuş gibi. Düzenini bozdum, tam ayakta durmaya başlamışken onu tekrar ve tekrar üzdüm. Dediğim gibi ben sanırım su katılmamış bir orospu çocuğuyum ve sanırım şu boğazdaki su kuruyana kadar kendimi affetmeyecegim. Burada ise huzurlu bi şeyler yapmaya çalışıyordum, ta ki sen gelene kadar! " diye tek nefeste döktü içindekileri. Genç kız denize çevirdi bakışlarını ve konuştukça denizin grisini yeşile boyar gibiydi, "aşıkmışsın sen aşık ve aptal." dedi usulca. "Sen kim oluyorsun da benim hislerim hakkında özgürce konuşabiliyorsun? " dediğinde, "ben tanrı tarafından gönderilip senin aslında bildiğin ama duymak istemediğin şeyleri söyleyen bir meleğim" diye cevap verip muzipçe gülümsedi yeşil bir alev saçan gözlerinin ardından. Hoşuna gitmişti kızın kendini melek olarak görmesi. Yüzünü inceledi yanındaki meleğin. Çenesinin sağ köşesinde muhtemelen çocukken salıncaktan düşmesinden dolayı atılmış bi kaç dikiş izi vardı. Buna rağmen kusursuz ve duru bir güzelliği vardı. Ellerine baktı. Gözleri ile aynı yeşilin tonunda ojeli tırnakları, uzun kemikli parmakları vardı. "Hep böyle misin? Tanımadığın insanlara elinde çay bardağı ile yanaşıp onların hikayelerini mi dinlersin? " diye sordu merakla. Genç kızın yüzündeki tebessüm iyice büyüyüp muhteşem bir gülümsemeye dönüştü. "Aslında sen ilksin ve evet söylediğin şey aklıma yattı bundan sonrası için öyle yapabilirim. Sen gelmeden önce şuradaki balık tutan insanların fotoğraflarını çekiyordum. Sen gelince yüzündeki hayal kırıklığı ve ruhunun can çekişini gördüm, bir düzine fotoğrafını çektim ama sen hiçbirini farketmeden öylece karşıya bakıyordun." dedi ve bardağı dudaklarına yanaştırıp sıcak çayından bir yudum alırken gözlerini sıcaklığın acısı ile istemsizce kırptı. Demek fotoğrafçıydı. Ya da fotoğraf meraklısı bi üniversite öğrencisi. Genç kız merak ettiğini anlayıp çantasından makinası çıkarıp fotoğrafları gösterdi teker teker. Fotoğraflardaki kendine baktığında tiksindi kendinden. Bu kadar aciz ve güçsüz göründüğünü bilmiyordu. Çayını yudumladı. Boğazını yakan kaynarlığa aldırmadı. Daha derin yanıkları vardı bünyesinde sakladığı. Hayatına girip çıkan bütün kadınları düşündü. Hepsi bir şeyler alıp götürmüştü. İlişkilerinin ciddiyeti ve yaşananlar ne kadar büyük olursa, geride bıraktığı harabeler de o derece toplanması zor halde çıkıyordu karşısına. Kendisi bir kadında böyle bir harabeye sebep olmuş mudur acaba diye düşündü. Bir kez olmuştu işte bundan emindi ama ikinciyi düşündüğünde bulamıyordu. Hep yapıcı olmaya çalışan ama kaybeden erkeklerdendi o. Yanında oturan adını bilmediği yabancı kıza baktı. Elindeki fotoğraf makinesinin üzerindeki anlamsız tuşlara sanki dünyayı kurtarırcasına bir ciddiyetle basarak bir şeyler yapıyordu. Acaba Onun da böyle sıkıntıları var mıydı? Sevmiş miydi bi adamı ya da seviyor muydu?  Sanki onun aklından geçenleri duymuş gibi konuştu genç kız,  "Ben hiç aşık olmadım  sevmedim de. Sevmek ya da aşık olmak, bunlar zor bir uğraş. Fotoğraf çekmek daha kolay ve eğlenceli geliyor bana, fotoğraf makinesine hesap vermek zorunda da kalmıyorum" dedi ve birbirlerine bakıp kahkaha atmaya başladılar. Çocuklar gibi gülüyorlardı. Çevrede onların gürültüsüne dikkat kesilen insanlara aldırmadılar bile. Bu kahkahalar belki de hayatlarının karanlığına verdikleri en güzel tepkiydi bu iki yabancı genç için.. Bir süre fotoğrafçılık üzerine sohbet ettiler. Focustan, makrodan bahsetti uzun uzun genç kız. Sanki henüz tanışmamış iki yabancı değilde 40 yıllık dost gibi samimiydi o an ilişkileri.

Tıpkı gelişi gibi ani oldu genç kızın banktan ayrılışı. Ayağa kalktı. Makinesini çantasına yerleştirip özenle fermuarını kapattı. Boynunda sarkan bordo renk şalını toparladı ve "Ben gidiyorum" dedi. Bankın arkasında kalan merdivenlerden bir peri kızı çevikliğinde sekerek atladı. Genç adam arkasından bakakalmış bit haldeydi. Bir kaç adım daha gittikten sonra arkasını dönmeden elini havaya kaldırıp, "bu arada adım Efsun!" diye seslendi arkasından baktığına emin olduğu delikanlıya. "Peki gerçekten efsunlu musun? " diye bağırdı genç adam. Arkasını döndü, geri geri yürüyerek tek gözünü kırptı ve "belki de öyleyimdir." dedikten sonra hızla ve sekerek uzaklaştı. Gözden kayboluncaya kadar arkasından baktı genç kızın. Yüzünü gülümsetmişti bu peri kızı. Tekrar denize döndü yüzünü. Bankın kenarında duran sigara paketini aldı, içinden bir dal çıkarmak için kapağını açtı ve kapağın içine yazılmış telefon numarası ile karşılaştı. Numaranın son hanesi yazılmamış yerine nokta konulmuştu. Gülümsedi. Kapağı yırtıp cebine koyarken sigara paketini bankın yanındaki çöp kovasına salladı...

Devamı : http://ozaaeen.blogspot.com/2017/02/icine-kapank_6.html